1 Mart 2017 Çarşamba

Gülen Deccal mi? Şok benzerlik! FETÖ lideri Fetullah Gülen ile birçok Hadis'lerin uyuşması dikkat çekiyor.

F.GÜLEN DECCAL'IN TA KENDİSİDİR!

Önce Fetullah Gülen Nurcuların içine monte edildi.

Gülen'in, "la ilah-e illallah deyip Muhammed-ur Resul Allah demeyenlere müsamaha nazarı ile bakılmalı" sapkınlığ

Kurucuları arasında eski Mossad Başkanı Meir Dagan, CIA eski Başkanı Jim Woolsey, ABD Hazine Bakanlığı Terörizmin finansmanı eski uzmanı Avi Jorisch, eski büyükelçi Richard Holbrooke'un da olduğu UANI'ın bir FETÖ Operasyonu.

İstihbarat birimlerinin raporunda, Gülen Örgütü’nün ABD gizli servisi CIA için ‘kendi isteği ile işbirliği ve ajanlık yaptığı’ vurgulanıyor. ABD de çıkarları gereği Gülen ve örgütünü kullanıyor

İstihbarat birimlerinin hazırladığı 'Fetullah Terör Örgütü' başlıklı raporda, örgütün geçmişi, amacı ve yöntemleri konusunda resmi raporlara ilk kez giren kritik bilgiler yer aldı. Raporda Gülen Örgütü'nün ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı'ndaki (CIA) konumu, 'walk-in' tabir edilen 'kendi isteği ile işbirliği ve ajanlık yapma' şeklinde özetlendi. Raporda ABD'nin Ortadoğu ve Türkiye'deki stratejilerine uygun olarak Fetullah Gülen'i ülkesinde himaye etti ve Gülen ile örgütünü kullandı

KÜRESEL ÖRGÜT
Fetullah Gülen'in, PKK'nın kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesinden bir ay sonra, 21 Mart 1999'da ABD'ye gittiği hatırlatılıyor. FETÖ raporunda Paralel Yapı, ABD'nin Pensilvanya eyaletinden yönetilen, Türkiye'nin ekonomik kaynaklarını kullanan, 165 ülkede yüzlerce kuruluşu, binlerce mensubu ve milyarlarca dolarlık ekonomik gücü olan bir yapı olarak nitelendiriliyor. Raporda FETÖ'nün üye sayısının tam bilinmediği, örgütün gerek üye sayısını, gerekse üyelerinin becerisini olduğundan fazla göstererek güçlü görünmeye çalıştığı belirtilerek şu ifadelere yer veriliyor: "Fetullah Gülen silahlı ayrı bir güç oluşturup devletle savaşmak yerine sinsi bir taktik geliştirmiş ve devlete ait silahları kullanan kişileri yetiştirip yerleştirerek devleti elindeki silahla vurma üzerine planını kurmuştur. Diğer bütün terör örgütlerinden farkı, devlet imkânlarını devlete karşı terör amacıyla kullanma modeli geliştirip başarıyla uygulamasında görülmektedir. ABD'yi kendilerinin yönettiğini ve emirlerine itaat ettirdiğini üyelerine övünerek anlatan örgüt, Türkiye'deki ve dünyadaki üyelerine çok güçlü oldukları görüşünü kabul ettirmiştir. Örgüt üyeleri ABD'yi kendilerinin yönettiğini, bu nedenle hocalarının orada oturduğunu sanmaktadır. Örgüt üyeleri bütün dünyayı bu şekilde kendilerinin yönettiğine inanmaktadır. Gerçekte örgüt küresel emperyal devletlerin çıkarlarına hizmet etmekte, Türkiye düşmanlığı yapmaktadır."

KÂİNAT İMAMLIĞI ÜTOPYASI
Raporda, 17-25 Aralık operasyonu, paralel yapılanmanın despotizmini Türkiye'de egemen hale getirmek üzere anayasayı kaldırmak üzere girişilen darbe planı olarak nitelendiriliyor. Bu girişim, Gülen'in cami vaizliğinden kâinat imamlığına ve dünya hâkimiyetine giden ütopik yolculuğunun son aşaması olarak değerlendiriliyor. Raporda her ülkede örgütlenen ve Afganistan ile Pakistan'daki ana üslerinden yönetilen el Kaide gibi FETÖ'nün de Pensilvanya'daki ana merkezden yönetilen küresel bir örgüt olduğu kaydediliyor. Raporda Türkiye'de iktidar, muhalefet, ordu, cemaatler, STK'lar ve üniversitelerin bu yapılanmanın 40 yıllık gelişim sürecinden sorumlu olduğu da belirtiliyor.

Türkiye’de birçok cemaat var. İnsanlar bu cemaatlerin toplantılarına fırsat buldukça gider manevi olarak destek alır, huzur bulur. Bir yandan da normal hayatlarına devam eder. FETÖ (önceden cemaat) nasıl bir işleyişe sahip? Bu yapının işleyişinde standart bir insan tipi ve standart bir örgüt şeması yok. Yapı kısaca şöyle: 1) Mahrem hizmetler bölümü. Burada Türk silahlı kuvvetleri, Emniyet, Yargı ve İçişleri bakanlığı vardır ve bunlar mahrem hizmetler bölümünde birbirinden bağımsız özerk yapıdadır. 2) Esnaf hizmetleri bölümü. Bu yapı diğerlerine göre daha özel. Bu yapıda özerkliğiniz ve özgürlüğünüz var. Çünkü siz alan değil sürekli veren tarafsınız. Bu size bir parça dokunulmazlık kazandırıyor. Nazlısınız yani. Esnaf demek sizin bildiğiniz mütevelli. 3) İdare örgütü bölümü. Yani esnaf yapısını, öğrenci yapısını dizayn eden örgütün hiyerarşik yapısını koruyan profesyonel idare örgütü. 4) Öğrenciler, insan kaynağı bölümü. İlkokuldan master’a kadar süren süreçteki örgütün yetiştirdiği öğrenciler. Bu dört yapının standartları birbirinden farklı ve birbirinden bağımsızdır. Bunları tek noktada toplayan standart bir şema yok… Ancak bu yapıların elemanları istisnai durumlar hariç kesinlikle kendi insan kaynaklarından yetişmiş elemanlardan seçilmektedir. Örneğin siz otuz yaşını geçmiş ve yapıya sonradan dahil olmuş birisiyseniz ağzınızla kuş tutsanız yapıda önemli bir noktaya gelemezsiniz, abi, imam olamazsınız. Eğer ilkokul, lise, üniversite çağlarında iseniz yani kişiliğinizin tam oturmadığı yıllardaysanız yapıya dahil olmada problem yok. Ancak o yılları geçip otuzlu yaşlardan sonra ister iyi niyetli, safiyane ister art niyetli, çıkar için yapıya dâhil olsanız maddi manevi her şeyinizi verseniz ve bunun karşılığında bir onore edilmek, görev-sorumluluk-makam beklerseniz boşa beklersiniz. Verilmez. Ama bu size hissettirilmez. Eğer FETÖ’nün insan kaynağından gelmiyorsanız ve çok yetenekliyseniz, çok zenginseniz en fazla esnaf hizmetlerinde bulunursunuz. Çünkü o birimde sorumluluğunuz vardır, ama karar verme yetkiniz yoktur. Sadece maddi kaynak sağlar veya bulunursunuz. Ayrıca bu örgütün şifreli bir dil yapısı jargonu vardır. Binlerce kelimeden oluşan bu dili eğer onlarla yaşamamışsanız dışardan biri olarak konuşulanları, yazılanları anlamanız mümkün değil. Örneğin Fetullah Gülen ve mensupları kesinlikle alevi kelimesini kullanmaz. Eğer içerde özel, mahrem bir ortamda F. Gülen alevilerden “kızılbaş” diye bahsederken, dışarıya yani genele konuşurken “ehl-i beyt” ibaresini kullanır. Eğer yapıda değilsen bu ayrımların ne olduğunu ve bu ayrımla ne amaçlandığını bilemezsin.

Bir hadisinde de peygamber efendimiz Deccal'i anlatarak şöyle buyurmuştu;
“Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş de vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düşmeyi kabul etsin. Çünkü O, tatlı soğuk sudur” (Buhari)

Deccal gittiği her yere beraberinde ateş ve cennet olduğu halde gidecektir.

Kendisine inanmayan insanları ateşle korkutacak, inanan insanları ise yanındaki cenneti ile mükâfatlandıracaktır. Oysa onun ateş diye tanıttığı şey cennet, cennet diye tanıttığı şeyde ateştir. Bu nedenle onun zamanına yetişenler Deccal'in yanındaki cennete değil ateşe gitmelidirler.

Peygamber efendimizin hadislerinden de anlaşıldığı kadarıyla Deccal, insanlık tarihi boyunca ortaya çıkmış ve çıkacak olan en büyük fitnedir. Onun ortaya çıktığı zamanlarda Allah'ın dinini yaşayan her Müslüman onu tanıyabilecektir. Çünkü peygamber efendimiz onu bize tanıtmıştır. 




Buna göre Deccal' in şekli ve özellikleri şöyledir;

1- Deccal kendini ilk önce peygamber ilan edecek
Kaynak: İbn Mace, Sünen, hadis no: 4077; İbn Kesir, el-Fiten ve’l-Melahim, 1/32.

2- Deccal bir süre sonra kendini Rab ilan edecek
Kaynak: İbn Ebi Şeybe, Musannef, hadis no: 38635; Abdürrezzak, Musannef, hadis no: 20828 İbn Mace, Sünen, hadis no: 4077

3- Deccal ağlayıp inleyen, üzüntülü, kederli bir görüntüye sahiptir.
Kaynak: İbn Ebi Şeybe, Musannef, hadis no: 38791; İbn Mace, Sünen, hadis no: 4074.

4- Deccalin karargahı köşk şeklinde bir Hristiyanların manastırıdır.
Kaynak: Suyuti, Dibac ale’l-Müslim, 6/261; Müslim, hadis no: 2942; Avnu’l-Mabud, 11/317; Es-Sünen el-Varide Fi’l-Fiten, 6/1149.

5- Deccalin karargahı güneşin batım tarafında bir adada bulunacak.
Kaynak: Suyuti, Dibac ale’l-Müslim, 6/261; Müslim, hadis no: 2942; Avnu’l-Mabud, 11/317; Es-Sünen el-Varide Fi’l-Fiten, 6/1149.

6- Deccal bütün ruhu canı ile, her şeyi ile yalancıdır, hakikati farklı suretlere sokup işin içinden çıkılamayacak duruma getirendir.
Hadis-i şerif

7- Deccalin her şeyden çok şikayet eden bir görüntüsü vardır.
Kaynak: İbn Mace, Sünen, hadis no: 4074; İbn Ebi Şeybe, Musannef, hadis no: 38791.

8- Deccal ayaklarının arası ayrık şekilde yürüyecek.
Kaynak: Ebu Davud, hadis no: 4320; Mervezi, el-Fiten, 2/519.

9- Deccalin askerleri kendilerini birşeylerin arkasında gizleyen tipler olacak(takiyye, gizleme)
(Hadis meali)
Ebu Davud hadis no:4328, Müslim hadis no: 2942

10- Deccal ve askerleri aşırı iftiracı ve hakikatları çarpıtan kimseler olacak
(Hadis meali)
Kaynak:ithafu'l-cemaa bima var fi'l-fiten ve'l melahim 3/85

11- Deccalin askerleri bütün ruhları ile deccale casusluk yapan casus kişiler olacak.
(cessase hadis)
Kaynaklar : Ebu Davut hadis no:4328
Müslim no:294
islamlarda çıkar aldatmakla iş görür..!

12- "Kim deccalı duysa ondan yüz çevirsin.Vallahi, kişi onu mü'min zannederek ona tabi olur. Sevk ettiği şüpheli şeylerin ardına düşer."
(Ebu Davud, Melahim, Hadis No: 4319)

17- Deccale inanan, onu tasdik edip ona tabi olanlar ne kadar salih amel işlerlerse işlesin hiçbir fayda vermeyecek,deccali yalanlayanlar ise geçmişte işledikleri günahları affedilecek.
Kaynak: el-Müstedrek, 1/330; Taberani, Mucemu’l-Kebir, hadis no: 6815

18- Tahkiki imana ermiş olanlar “Bu herif her şeyi ile yalancıdır ve Allah Rasulü (SAV) bize sizden haber vermişti ve bizi ve evlatlarımızı uyarmıştı. Sizin bizim yanımızda yeriniz yok. Sizler sadece şeytan ruhlu kimselersiniz;bu deccal de Allah’ın cc. düşmanıdır.” diyecekler.
Kaynak: Mervezi, el-Fiten, 2/538.
"imanî şiddet-i zeka"
i.i'caz

20- Deccali bu kadar büyülten ve yücelten askerlerinin ona olan sevgisi olacak.
Kaynak: el-Müstedrek, 4/507

21- Müminler deccalden büyük zarar görecekler.
Kaynak: İshak b. Raveheyh, Müsned, hadis no: 262

22- Deccal kendine uyanları zengin edecek, uymayanları batıracak.
Kaynak: İbn Mace, Sünen, hadis no: 4077.

23- Deccale en çok tabi olanlar Yahudiler ve kadınlar olacak
Kaynak: İbn Ebi Şeybe, Musannef, hadis no: 38633; Taberani, Mucemu’l-Kebir, hadis no: 8409.

24- Deccalin askerleri arasında Mecusiler, Hristiyanlar ve acemler de olacak.
Kaynak: İbn Kesir, el-Fiten ve’l-Melahim, 1/60.

25- Deccalin ordusuna müşrikler, kafirler, münafıklar ve fasıklar katılacak.
Kaynak: el-Müstedrek, 4/542; Müslim, hadis no: 2943;

26- Deccale tabi olacak olan müslümanlar günde üç vakit namaz kılanlar yani namazları vaktinde kılmayıp cem ederek kılanlar olacaklar.
Kaynak: el-Müstedrek, 4/468

27- İslam ümmetinden deccale tabi olanlar Kur’an’ı okuyan ama ondan bir şey anlamayan kimseler olacak.
Kaynak: Abdürrezzak, Musannef, hadis no: 20790; Müstedrek, 4/486

28- Deccalin askerlerinin bir bölümü İslam ümmetinden olacak.
Kaynak: Abdürrezzak, Musannef, hadis no: 20825

29- Ya resulallah! Onun yeryüzünde kalma süresi ne kadardır? Diye sorduk, O;

Kırk gündür, dedi. Bir gün bir yıl gibi. Bir gün bir ay gibi, bir gün bir hafta gibi. diğer günleri izin günleriniz gibidir.





GÜLEN DENİLEN ADAM BU DURUMA NASIL GELDİ? BEDİÜZZAMAN’IN ONA DAİR İŞARETLERİ VAR MI?



Evvela Bediüzzaman Hazretleri sanki onu anlatırcasına Mektubat’ta şöyle demektedir:

“Mu'zam-ı Ümmet, cadde-i kübrada gidebilir. Başka hususî ve dar caddeye sevkedenler, idlâl ediyorlar.”[1]
Bu adam, 1971 darbesinde başta Av. Bekir Berk olmak üzere çok sayıda Nur talebesi ile birlikte İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından tutuklanınca, Nur talebelerini savunma için gelen başta Gültekin Sarıgül olmak üzere Nur’un avukatlarını “BEN NURCU DEĞİLİM, BENİ SAVUNMAYIN” diyerek Nur talebelerinden ayrılmıştır. Daha evvel Hizmet Vakfı toplantılarına gelen FETÖ, Bediüzzaman’ın rükün talebelerinin bulunduğu bu vakıfla da alakasını kesmiştir.
“Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler'in kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
"Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer."[2]
Eğer Bediüzzaman’ın ifadelerini dikkatlice okursanız, bu sözlere muhatab olan tek kişi görebilirsiniz: FETÖ. Risâle-i Nura mukabele edercesine, kendi kitaplarını Risâle-i Nur yerine koyduğu gibi, Sızıntı gibi dergilerde yayınlanan başyazılarını da Lahikalar’ın üstünde tutmuştur.
Bu arada şunu belirtelim ki, FETÖ’ye deccal diyecek kadar ve hatta  Beşinci Şu’adaki bazı hadisleri ve Bediüzzaman’ın yorumlarını ona tevil edecek kadar ifrat edenler bulunmaktadır. Bu, doğru değildir. Zira İslam Deccalı olan Süfyan belli olduğu gibi, Büyük Deccal da ortadadır. Ancak FETÖ’ye İslam Deccalına yardım eden ulemadan biri ve hatta en tehlikelisi demek mümkündür. Bilindiği gibi Deccâl’a yardım eden âlimlerin başını ilk Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Rıfat Börekçi çekmiştir. Bunu başkanlardan 1960 ihtilâli başkanı Tevfik Gerçeker ve Kemalist Dr. Lütfü Doğan devam ettirmiştir. Elbette ki, Yaşa Nuri Öztürk gibileri de unutmamalıyız.
Bunu, Bediüzzaman’ın şu hadisle alakalı yorumundan anlıyoruz:
“Yedinci Mes'ele: Rivayette var ki: "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile dalalete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi' olacaklar."
Vel'ilmu indallah, bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabîle ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine tarafdar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır, demektir.” [3]
FETÖ’nün haddini aşan iddiaları bu noktaları da aşmış ve hatta itikadî açıdan islamın sınırlarını tecâvüz eylemiştir. Bazı yaşadığım müşahhas misalleri takdim etmek isterim:

BİRİNCİ YAŞADIĞIM OLAY:
1978 yılında merhum Nâzım Gökçek Ağabey’in Gaziantep’teki Aydın Baba Medresesinde FETÖ’nün en yakın talebelerinden biriyle Yatsı namazından Sabah namazına kadar onun Mesih İsa olup olmadığı konusunda tartıştık. Ben olmadığına dair deliller getirsem de İzmir İlahiyat mezunu olan FETÖ’nün talebesi aksini iddia etti ve münakaşa ederek ayrıldık.

İKİNCİ MÜŞÂHEDEM: 1980 ihtilâli sonrası, artık Mesih İsa olmaktan tenzil-i rütbe ederek kendisini Mehdi ve Bediüzzaman’ı ise kendisini hazırlayan şahıs olmakla vasıflandırmıştır. Bunu bütün talebeleri iddia etmektedir.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî kitabındaki bir mektubda bahsi geçen, “sonra gelecek o mübarek zât” hakkında her kesimden biri geliyor ve her biri başka birini işâret ederek diyor ki; o zât "şu zâttır". Yâni Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerinden sonra gelmiş başka şahıslar gösterilip, bahsedilen zâtın o zât olduğu iddia ediliyor. Hatta bazılarına göre ise hâlen gelecek olan başka bir zât bekleniyor.
“Sonra gelecek o mübarek zât” hakikatte kimdir ve hangi alâmetlerle bilebiliriz ki O’ndan başkası değildir?
İşte bu soruya FETÖCÜ’lerin cevabı, bu zat Gülen’dir ve Hz. Mehdi’dir.

Bakalım Bediüzzaman ne diyor:

“Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitamamiha Risale-i Nur'da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı A'zam ve Osman-ı Hâlidî gibi zâtlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtın makamını Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar.
Bu hakikattan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zât, Risale-i Nur'u bir proğramı olarak neşr ve tatbik edecek. O zâtın ikinci vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde; bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zâtın üçüncü vazifesi; Hilafet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır; fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tabire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telaşa verir ve vermiş.. hücumlarına vesile olur. Çünki, birinci vazifenin hakikatını ve kıymetini göremiyorlar, öteki cihetlere hamlederler.”[4]
Dikkat edilirse o Zat’ın en önemli vazifesinin iman ve Kur’an hakikatlarının neşri olduğunu ve diğer iki vazifenin ise farklı şahıslar ve cemaatler tarafından ifa edileceğini açıkça belirtmektedir. Dolayısıyla bunu kendisine mal etmesi akılsızlıktır. Bunun ayrıntılarını biraz sonra ele alacağız.
ÜÇÜNCÜ VE DAHA TEHLİKELİ MÜŞÂHEDEM İSE, herkesin YOUTUBE’dan dinleyebileceği herzeleridir. Allah’a sığınarak nakledelim. Artık FETÖ kâinat imamıdır ve haşa Hz. Resulüllah’ın bile işine karışmasını reddetmektedir.
“(Hizmet temsilcilerine kendi düsturlarının önemini anlatırken): Siz Resulullh bile huzurunuza gelse ona şöyle söyleyiniz: Ey Allah’ın Peygamberi! Sen bize Kur’an’ı tebliğ ettin ve sünnetini bıraktın. Artık işimize karşıma.”[5]
İşte bu noktada tehlikenin boyutu itikadî alana da kayıyor.
SON MÜŞÂHEDEM: 2005 yılının sonlarında Abdullah Aymaz iki defa bana geldi ve Rotterdam’da ziyaret etti. Rotterdam İslam Üniversitesini kendilerine devretmem için teklif getirdi. Ben ikisinde de reddedip bu üniversitenin mütevelli heyetinde her cemaatten insanlar var ve Nur talebeleri de var deyince cevabı çok çirkefti: “Bizim cemaat, Nurcuları kendilerinden kabul etmiyor.”
Bunu 2006 yılında onlardan olan bir Haşhaşî’nin beni bıçakla öldürmeye gelmesi ve kapımı kapatmasaydım şu anda hayatta olmamam ihtimali takip etti.


[1]   Mektubat sh.434.
[2]   Mektubat sh.426.
[3]   Şu’alar, sh.585.
[4]   Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 9-10.
[5]   https://www.youtube.com/watch?v=EC4H5QLHAV4.






30 Haziran 2016 Perşembe

Mehdi ve Mehdiyet Gerçeğinin Risalelerdeki Açıklaması



1. Risalelerde  mehdilik hakikati ve mehdinin geleceğine dair genel anlamda bir bilgi var mıdır ve nasıl ifade edilmiştir?

Evet, vardır va özetle şöyle ifade edilmiştir:
“Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.”(1)
“... her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır.”(2)
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye istinaden, herbir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde ye’se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı mânevî raptetmek için Mehdîyi haber vermiş.”(3)
2. Peki Risalelerde ahir zaman mehdisinin varlığı ve geleceği hakkında bilgi var mıdır ve bu nasıl ifade edilmiştir?
Evet vardır ve şöyle ifade edilmiştir:
“Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır…”(4)
Âhirzamanda Hazret-i Mehdî geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddit rivâyât-ı sahiha var."( 5)
“Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.(6)
3. Ahir zaman mehdisinin diğer mehdilerden bir farkı olup olmadığı Risalelerde ifade edilmiş midir?
Ahir zaman mehdisinin diğer mehdilerden farkı Risalelerde şöyle ifade edilmektedir: 
“Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi…”(7)
“Mehdî-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi olduğu…”(8)
“Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri, üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhir zamanın Büyük Mehdî unvanını almamışlar.”(9)
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılan odur ki, ümmetin beklediği ahir zaman Mehdisinin daha evvel gelen mehdilerden farkı, her açıdan önderlik etmesidir. İman, ilim, siyaset, diyanet gibi temel konuların hepsinde rehber olacaktır.
Mesela, Ömer bin Abdulaziz gibi bir zat daha çok siyasi alanda ümmete liderlik ederken, Abdulkadir Geylani ve İmam Gazali  Hazretleri gibi zatlar ilmi alanda rehberlik etmişlerdir. Ancak ahir zaman Mehdisinde bunların hepsi bir arada bulunacaktır. Temsilde hata olmasın, nasıl ki, Ahir Zaman Peygamberi Hz. Muhammed (asv) diğer peygamberlere göre her alanda rehber bir peygamberdir. Hem alim, hem komutan, hem devlet reisi olmuş, içtimai ve iktisadi alanlarda rehberlik etmiştir. Aynen öyle de Ahir Zaman Peygamberi (asv)’in talebesi olan Ahir Zaman Mehdisi de ona bir derece benzeyecektir ve onun misyonunu ahir zamanda temsil edecektir denilebilir. Yani kendisinden önce gelen mehdilerin tüm vazifelerini, temellerini atacağı Mehdiyet kurumu ile gerçekleştirecektir.

4. Ahir zamanda gelecek olan mehdi bir şahıs mıdır, şahsı manevi midir? Risalelerdeki ifadeleri gösterebilir misiniz?
Öncelikle Risalelerde geçen ilgili birkaç ifadeyi buraya alalım ve sonra kısa bir değerlendirme yapalım: 
Âhirzamanda Hazret-i Mehdî geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair1müteaddit rivâyât-ı sahiha var. Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur”( 10)
“Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var...” (11)
“Hazret-i Mehdînin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek...”(12) 
“Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdetâ kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı mânevide ancak içtima edebilir.”(13)
"... ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.(14)
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi, Mehdi, bir cemaati, cemiyeti temsilen ortaya çıkacak ve fikri alt yapısını oluşturacağı ve tesis edeceği bir cemaatle, bir cemiyetle hizmet edecektir. Şahsından kaynaklanan harikalar veya olağanüstü meziyetlerden ziyade, cemaatin şahsı manevisi ile başarı elde edecektir. Zira Deccal ve süfyan da birer şahıs değil, şahsı manevi olan birer cemiyet olarak tahribat yapacaklardır.
Yukarıdak geçen: “ o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkane” cümlesinde Deccalizm şahsı manevi olarak ifade edilirken, ona karşı mücadele edecek olan Mehdi de bir cemaatin başına geçerek mücadele edeceği: “ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî” cümlesi ile ifade edilmiştir. Başka türlü de beklenemez, Bir cemaate karşı bir şahsın tek başına mücadele etmesini beklemek ne kadar doğru olabilir? Küfür cephesini; “Süfyanın şahs-ı mânevîsi”  temsil ediyorsa, bununla mücadele edecek iman cephesini de “Mehdilik şahsı manevisi” temsil etmeli değil mi? Kastamonu Lahikasında geçen şu tespite sizlerde hak vereceksinizdir:
“Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle, cemiyet ve komitecilik mayasıyla bir şahs-ı mânevî ve bir ruh u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor.”(15)
Ehli imana saldıranlar komitecilik ve cemiyet ruhuyla bir şahsı manevi oluşturup saldırırsa, buna karşı nasıl bir cephe oluşturmak gerekiyor acaba? Düşmanın silahı ile silahlanınız emri Nebevisini en muhtaç olduğumuz bir zamanda kulak ardı etmek, mağlubiyeti peşinen kabul etmek demektir.
Nitekim Müslümanların şimdiki mağlubiyetinin nedenini, Bediüzzaman da bu zaviyeden bakarak:
“Senin şimdilik mağlûbiyetinin bir sebebi, bir cemaate ve bir şahs-ı mâneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir.”(16) tespiti ile cevaplamaktadır. Ayrıca  diyor ki:
“Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâkî hakikatler, fâni ve âciz şahsiyetlere bina edilmez.”(17)
Şahsı maneviden maksat, tüzel kişiliktir, cemaatir. Nitekim Nur risalelerinde sık sık şahsı manevi olan cemaat nazara verilmektedir, şöyle ki:
“Zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur...”(18)
“Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir.”(19)
“Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.”(20)
İşte bütün bu ifadeler bize mehdinin tek başına değil, bir cemaatin başına geçerek, cemaatle hizmet edeceği, cemaati yönlendireceği ve dolayısı ile mehdiliğin cemaate yansıyacağı gerçeği, mehdiyetin bir şahsı manevi olduğu sonucuna götürmektedir.
Cephede savaşan bir ordunun başında bir komutan vardır, ama başarı bütün ordunundur ve ancak ordu ile sağlanabilir. Cephede savaşan yalnızca komutan değildir, şahsı manevi olan ordudur. Nitekim eski zamanlarda şahıs ön plana çıkmasına bedel, asrımızda şahsı manevi ön plana çıkmıştır.
Bir kral veya padişaha bedel, meclislerin ve parlamentoların devletleri idare etmesi, iş sahiplerinin değil, şirket isimlerinin ön plana çıkması ve “izm” le biten akımların ortaya çıkması gösteriyor ki, asrımız şahsı manevi asrı, kurum ve tüzel kişiliğin öncülük ettiği bir asırdır. Ateizm, komünizm, sosyaliz gibi şahsı manevi olan düşmanlara karşı bir şahıs ne kadar harika ve dahi de olursa olsun, karşı koyamayacağı ortadadır. Şahsı maneviye karşı ancak şahsı manevi ile mukabele edileceği gerçeği, mehdiyetin de bir şahıs mı, yoksa şahsı manevi mi sorusun net cevap vermektedir.

5. Ahir zaman mehdisinin üç vazifesinden bahsettiniz; bu vazifeler Risalelerde açıklanmış mıdır, nasıl?

Ahir zaman mehdisini üç vazifesi Risalelerde şöyle açıklanmaktadır:
“Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır...”
“İkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır...”
“Üçüncü vazifesi: İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zât, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır…”(21)

6. Ahir zaman mehdisinin bu üç vazifesini birer cümle ile açıklar mısınız?

Birinci vazife, imanın esaslarını inkâr eden zararlı akımlara, deccalizme karşı asrın idrakine uygun bir tarzda mücadele etmek ve iman hakikatlerini ispat etmektir.
İkincisi vazife, imanını sağlamlaştıran müminler, imanlarının gereğini hayatlarında ve yaşamlarında temsil etmek isteyeceklerdir. Bu imkân temin edilerek şeairi İslamiye bir bir ihya edilecektir.
Üçüncü vazife olarak da, ahkamı Kur’aniye, Şeriatı Muhammediye tesis edilecektir ve hükümferma olacaktır.
Özetle; “iman, hayat, şeriat” olarak isimlendirilen üç ayrı dönemin ihyası ve icrası söz konusudur.

7. Öyle anlaşılıyor ki, bu üç vazife bir anda olmayacak ve muhtemelen uzun bir zaman alacaktır. Mehdiyet şahsı manevisinin mümessili ve öncüsü olan zatın ömrü bu üç vazifeyi yapmaya yeter mi?

Mehdiyeti sadece bir şahsa indirgeyip ve sadece bir  kişiye tahsis ettiğimizde, bu soru haklı olarak kafamızı kurcalayacaktır. Ama yukarıdaki ifadelerden ve Risalelerdeki alıntılardan da anlaşıldı ki, mehdi şahsı manevi olan bir kurumu, yani mehdiyeti temsil etmektedir.
Mümessil olan mehdinin ömrü yetmeyebilir, ancak mehdinin oluşturduğu ve temelini attığı bir tüzel kişilik olan şahsı manevinin ömrü, yani mehdiyetin ömrü devletlerin ömrü gibi uzun olacağından dolayı bir çelişki söz konusu olamaz. Mehdi ile mehdiyeti iç içe düşünmek durumundayız.
Orduyu temsil eden bir komutan, ordunun dışında değildir. Ordu denildiğinde, içinde en küçük er ile başındaki komutan birlikte akla gelir. Komutanın icraatı ordunun icraatı sayıldığı için ordu hesabına geçer. Aynı şekilde ordunun başarıları ve icraatları da komutanın  başarısı ve icraatı sayılır. Hele o komutan ordunun alt yapısını, temelini kendisi oluşturmuşsa,  sıradan bir komutandan öte, orduya bir isim bir alem olmuşsa, vefat etse bile ordunun başarıları onun hesabına geçeceği için kendisi yapmış gibi kabul edilir.   
Risalelerde geçen şu ifadeleri okuyalım, konumuz daha netleşmiş olur:
“Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz…”(22)
“Hem bu üç vezâif… Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı mânevide ancak içtima edebilir...”(23)

8. Ahir zaman mehdisinin bu üç vazifesinden en önemlisinin hangisi olduğu Risalelerde ifade edilmiş midir?

Aşağıda yer alan alıntılardan da anlaşılacağı gibi, en önemli ve öncelikli vazife, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek olan birinci vazifedir. Hem kaldı ki, asıl ve esas olan da bu birinci vazifedir. Zira diğer iki vazife bu plan ve proje üzerinde tesis edilecektir. Mehdinin tesis ettiği cemaat olan şahsı manevinin rehberi olacak fikirler birinci vazife ile ortaya çıkacaktır.  
“Şimdi hakikat-i hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, mânen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânâsının tam sarahatini ifade ettiği için… ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir.”(24)
“Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak…”(25)
“Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar…”(26)

9. Mehdinin şahsı manevi olacağı veya olması gerektiği zarureti anlaşıldı. Ancak her şahsı manevinin bir mümessili ve rehberi vardır; bu noktada mehdiliğin yeri nedir?

Şahsı manevinin temsilcisi olan bir şahıs elbette vardır ve bu şahıs mehdi unvanını taşıyacaktır. Ancak o her şeyi bizzat kendisi yapmayacaktır; yapması da imkansızdır. Rivayetlerde mehdi hakkında gelen olağanüstü tarifler onun şahsına değil, cemaatinedir. Bu konuda Risalelerde geçen şu ifadelere kulak verdiğimizde mesele daha iyi anlaşılacaktır:
“Hem de o eşhasın (Mehdi ve Deccal) şahs-ı mânevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi o eşhasın zatlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı harika çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki, demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman tanınabilir.”(27)
Bu ifadeler de gösteriyor ki, mehdi hakkında gelen olağanüstü rivayetler bir şahsa dönük değildir. Eğer öyle olmuş olsaydı, herkes (iman eden, etmeyen) onu fark edecek ve tanıyacaktı. Halbuki, herkesin Mehdiyi tanıyamayacağı, ona çok yakın olanların ancak tanıyabileceği rivayet edilmektedir. Aynı durum Deccal için de geçerlidir.
Ancak bu rivayetler bir cemaat için kullanılsa, gayet makul ve yerinde olduğu anlaşılacaktır. Bütün dünyayı etkisi altına alan komünizmin başarısı tek bir kişiye verilse elbette ki olağanüstü olur.  Ancak komünizm bir fikir akımı olarak, bir şahsı manevi olan bir cemaatle gerçekleşince, olağan bir gelişme olarak karşılanmıştır. Bu demektir ki, bir cemaatin başarısı bir şahsa verilse, olağanüstü görünebilir, ama cemaate verilse olağan karşılanır. İşte Mehdi hakkında gelen rivayetlerin bizim açımızdan olağanüstü gelmesinin nedeni de, onu sadece bir şahsa vermemizdir. Bir cemaat ve şahsı maneviye verildiği zaman olağan olur ve âdettullah kanunlarına ters düşmez. Olağan olunca da aşırı dikkat çekmez, dikkat çekmeyince de fark edilmez ve kolay kolay tanınamaz.  

10. Şahsı maneviyi temsil eden mehdinin en büyü rolü ne olacaktır ve niçin rivayetler onun şahsında gelmiştir?

Mümessil olan zat, şahsı manevi olan cemaatin fikri alt yapısını oluşturacak ve hizmet tarzını belirleyecektir. Risalelerden anladığımız kadarı ile bunu, yazacağı eserler ve bizzat hayat tarzı ile ortaya koyacaktır. En büyük başarısı, asrı iyi okuması ve asrın gereği olarak sistemini bir cemaat üzerine kurması ve hizmeti omuzlayacak bir şahsı maneviyi ortaya çıkarmasıdır.
Özet bir ifade ile mehdi, mehdiyet şahsı manevisini, mehdiyet kurumunu kuracaktır. Böylece tesis edilecek donanımlı ve fedakar bir cemaat onun gösterdiği istikamette yürüyerek her açıdan başarı sağlayacaktır. Sağlanan bütün başarılarda elbetteki, mümessil olan şahsın en büyük katkısı olduğu için, rivayetler onun şahsında gelmiştir; mehdi olarak da bir kişi nazara verilmiştir.
Birçok risalede dikkatlerin çekildiği bu konu hakkındaki bir pasajı buraya alalım:
“Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âli hasep ve asil neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemâlin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-i azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyiç edecek ve uyandıracak hâdisât-ı azîme vücuda geliyor."
"Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdî başına geçip tarik-i hak ve hakikate sevk edecek. Böyle olmak ve böyle olmasını, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet i İlâhiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.” ”( 28)

11. Ahir zaman mehdisinin üç ayrı vazifesinden bahsettiniz. Mümessil olan şahıs, bu üç ayrı vazifede hayatta olup bizzat kendisi mi liderlik yapacak, yoksa cemaatinde bazı şahıslar mı öncülük edecektir?

Risalelerde geçen bu konudaki ifadeler birleştirildiğinde, mümessil olan ve cemaatin fikri alt yapısını ve stratejisini, eserleri ve hayat tarzı ile ortaya koyan zatın, her üç dönemin icrasına ve tahakkukuna ömrü yetmeyecektir. Ancak onun cemaati ve cemaatinden ortaya çıkacak lider zatlar, diğer iki dönemin ihyası ve icrasında rol alacaklardır. Fakat cemaatin ve öne çıkan şahısların hizmetleri yine mümessil olan Zatın hesabına geçeceği için, kendisi yapmış gibi rivayetlerde yer almıştır ve doğrusu da öyle olmak iktiza eder.
Mesela bu konuda şu ifadelere bakalım:
“Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak...”(29)
Yukarıda: “… o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını…” ifadesi ile bir cemaat  nazara verilirken, hemen ardından, “Ve onun üç büyük vazifesi olacak…” ifadesi ile de bir şahsı nazara vermesi, zahiri bir çelişkiyi çağrıştırabilir. Zira hem bu üç vazifeyi onun cemaati yapacak deniyor hem de ardından, tek bir şahsi ima eden ifadeler yer alıyor. Bu zahiri tezadı ancak şu açıklama ile çözebiliriz:
Mümessil olarak bilinen Mehdi ile cemaati arasında hiçbir fark gözetilmemiştir. İkisi birbirinden ayrı düşünülmediği zaman sorun kalmaz. Kısacası; şahıs olan mehdiyi tüzel kişilik olan mehdiyet olarak, yani mümessil olan şahıs ile cemaatinin bütünlüğü içinde düşünmemiz lazımdır. Dolayısı ile “O zat” ifadesi, mümessil olan şahıs olarak değil, temsil ettiği cemaat, yani şahsı manevi ile birlikte bize görünecektir. Zira o bir mümessildir. Komutan unvanıorduyu çağrıştırdığı ve onu temsil ettiği gibi, mehdi unvanı da mehdiyeti temsil etmektedir.

12. Öyle ise şunu sormak durumundayım; ikinci ve üçüncü vazifeleri temsil eden lider zatlar olursa, onlara da “mehdi” denebilir mi?

Yukarıdaki alıntılarda da belirtildiği üzere Mehdiyet üç ayrı dönem ve üç ayrı  vazifeden oluşmaktadır. Bu üç ayrı vazifede her birinin  başında bulunacak  üç ayrı mümessil lider olacaktır.
Mehdiyetin fikri alt yapısını hazırlayan zat, birinci vazifeyi bizzat kendisi, ancak diğer iki vazife ise onun hazırladığı eserleri kendine program ve rehber yapacak diğer iki zatın temsil edeceği anlaşılmaktadır. Dolayısı ile karşımıza üç ayrı isim çıkabilir. Ancak sonra gelecek iki zat, önce gelen ve mehdiyetin temelini atan birinci zatın yardımcıları sayılırlar.
Şu var ki, mehdiyet üç ayrı dönemde ele alınsa bile tek bir kurumdur. Başında bulunlar ise kurumun temsilcileridir. Dolayısı ile Mehdiyet kurumunu temsil ettikleri için mehdi unvanını alabilirler. Tıpkı ordunun başında olan kişi komutan unvanını aldığı gibi.
Ama unutmayalım ki, ordu sadece komutandan ibaret olmadığı gibi, mehdiyet de, mehdi unvanı kendisine verilen baştaki zattan ibaret değildir. Mehdiyeti temsilen kendisine verilen bir unvandır.
Yine unutmayalım ki, sonra gelen iki zat birinci zatın talebeleri veya yardımcıları olacaklar ve onun çizdiği daireyi genişleterek hizmet edeceklerdir. 
Diğer bir husus ta şudur ki, sondaki iki vazife geniş olduğu idare ve siyasete baktığı için, onları temsil edecek iki zat daha çok dikkat çekecektir. Dolayısı ile o iki vazifeyi temsil edecek zatlar, birinci zatın yardımcıları olduğu halde kendilerine mehdi unvanını vereceklerdir.
Bu konuya dikkata çeken Bediüzzaman şunları söylemektedir:
Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller; fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset mânâsını ihsas eder, belki de bir hodfuruşluk mânâsını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar, Mehdî olacağım diye dâvâ ederler.(30)  
Bu sorunun cevabını bir az daha açmak için risalelerden aldığımız aşağıdaki pasajlara bakalım. Yukarıda ifade edilen üç vazifeden birinci vazifenin nasıl ve kim tarafından yapılacağı konusu risalelerde izah edilirken şu cümleler kullanılmaktadır:
“Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.”

“Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem her şeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.”
(31)
“Hilafeti Muhammediye cihetindeki saltanatı…” ifadesinden anlaşılıyor ki, üçüncü vazifeden, yani en geniş daireden bahsediliyor. Ondan önce bir ekip gelip fikri alt yapıyı oluşturacak ve mehdi ise yazılacak bu eserleri kendine hazır bir program yapacak deniyor. Halbuki, asıl mesele fikri alt yapıdır, bir ekip ve cemaat oluşturmaktır. İlla birine Mehdi denecekse, programı hazırlayanın Mehdi olması gerekmez mi?
Peki neden üçüncü vazifede olan kişi mehdi olarak nazara  veriliyor? Çünkü orada da zaten ilk zatın rehberliğinde iş görüleceği için, iş yapanlar mehdiyet namı hesabına iş gördükleri ve rivayet tek zatın şahsında geldiği için mehdi denmiştir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ikinci veya üçüncü vazifeyi temsil eden bir lider olabilir ve ona mehdi de denebilir. Ama bu nam, mehdiyetin tüzel kişiliğini temsil etmesinden kaynaklandığı içindir, yoksa fikri alt yapıyı temsil eden kişi olduğu için değildir.  
Altta yer alan pasaj konumuzu daha da netleştirecektir.
“…Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenâb-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir...”(32)
Bu pasajı daha iyi anlamak için üç noktayı dikkatlere sunmak gerekiyor.
1. “Geniş daire” ifadesi kullanılıyor.
Geniş daire ifadesi, var olan veya temelleri atılan ve oluşan bir dairenin genişletilmesi anlamını ifade etmektedir. Bu mana ise ikinci veya üçüncü vazifeye işaret etmektir. Zira yukarıdaki tespitlerde de geçtiği üzere üç aşamadan oluşan üç tane vazife vardı. En son ve en geniş vazife olarak üçüncü vazife, yani  siyaset manası nazara verilmişti.
2. Sadece “mehdi” denmiyor, “mehdi ve şakirtleri” deniyor.
Sadece “mehdi” denmemesi, şakirtlerini nazara vermesi, üçüncü vazifeyi yapacak olanın, şahsı manevi olan cemaat, yani işin başında gelen ve fikri alt yapıyı oluşturan mümessilin talebeleri veya  cemaati olduğu ifade edilmiş oluyor. Cemaatin yapacağı üçüncü vazife, ilk başta gelen ve mümessil olan zatın hesabına geçtiği için, burada “mehdi” ifadesi kullanılmıştır. Ancak yine de bu üçüncü vazifeyi yapan cemaatin başında bir lider olacaktır. Siyasi dairede bu lider halk tarafından “mehdi” olarak da kabullenilebilir. “mehdiyet” kurumunun başına kim geçerse geçsin, o kurumu  temsil edecektir. Bu kişi, asıl programı hazırlayan ve fikri zemini temin eden asıl mümessil olan zatın programını gerçekleştirdiği için,  kendisine “mehdi” denmesinde bir sakınca yoktur. Ancak geniş daireyi temsil eden bu zat için, “mehdinin talebesi” veya “komutanı” unvanı daha uygundur, diye düşünüyoruz.
3. Var olan, yani başkası tarafından daha önce temelleri atılan bir daire genişletiliyor ve keza daha önce başkası tarafından ekilen tohumlar sümbülleniyor.
Yukarıda yer alan: “Ancak geniş daireyi temsil eden bu zat için, Mehdinin talebesi unvanı daha uygundur diye düşünüyoruz.” ifadesinin en güzel delili;  “…o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir.” cümlesidir. Zira daha önce temeli atılan ve var olan bir daire genişletiliyor. Dolayısı ile bu dairenin illa bir mümessili olacaksa, daireyi genişleten değil, temelini atan ve esaslarını oluşturandır. Temsilde hata olmasın, nitekim Hz. Ömer (ra) döneminde İslam dairesi alabildiğine geniş bir alana yayılmış, yani genişletilmiştir, ama bu dairenin mümessili yine de Hz. Muhammed (asv)’dir. Zira bu dairenin her açıdan temelini Efendimiz (asv) atmıştı.
Bir diğer ifade olan, tohumların sümbüllenmesi” de bu iddiamıza bir başka delildir. Zira başta gelen mümessil zatın ektiği tohumlar, yani attığı temeller doğrultusunda Mehdiyet hizmeti büyüyor ve sümbülleniyor. Kim temsil ederse etsin, asıl temsiliyet, o tohumları ekene aittir. Sonra geniş daireler olan hayat ve siyaset dairesinde gelen temsilciler, baştaki mümessilin yardımcıları olabilir. Ancak, orduyu kim temsil ederse etsin, ona “komutan”denildiği gibi, “mehdiyet” kurumunu da kim temsil ederse, ona “mehdi” denmesinde bir sakınca olmamalıdır. 

13. Ahir zaman mehdisinin üç tane vazifesi varsa ve onları gerçekleştirmeye de ömrü yetmeyecekse, bu onun üç vazifeyi gerçekleştiremeyeceği, belki ancak ilk vazifeyi gerçekleştireceği anlamına gelmiyor mu?

“Ahir zaman mehdisi bir şahıs değildir, bir şahsı manevidir, bir cemaatir…” vurgusunu sık sık yapmamızın nedeni bu yüzdendir. Mehdiyi tek bir şahıs olarak kabul edersek sorunuzda haklısınız, ama mehdiyi, mehdiyet olarak, yani bir kişinin rehberliğinde, fikri önderliğinde kurulan bir cemaat, bir misyon olarak kabul ederseniz, sorunuzdaki endişeye mahal kalmaz. Çünkü Mehdiyetin, yani cemaatin fikri alt yapısını oluşturan zat birinci vazifeyi bizzat idare etse, diğer ikinci ve üçüncü vazifeye ömrü yetmeyip vefat etse de, onun cemaati onun fikri ve ilmi  önderliğinde başlayan misyonu tamamlayacak ve kalan iki vazifeyi de gerçekleştirecektir. Bizzat önderlik edemese de fikri ve ilmi önderliğinde gerçekleşeceği için kendisi gerçekleştirmiş nazarı ile bakılabilir. Bakıldığı içindir ki, “o zatın ikinci ve üçüncü vazifesi” denilmiştir. Yani “cemaat” değil de “zat” ismi nazara verilmiştir; çünkü rivayetler bir şahıs üzerinden gelmiştir.

14. Yukarıda verdiğiniz alıntılarda, açıkça, şahsı manevi ifadesi geçmektedir. Fakat bu şahsı manevi kavramına itiraz edenler oluyor; soyut bir şeye mehdi denemez, diyorlar. Buna ne diyeceksiniz?

Sizin de belirttiğiniz gibi bu ifadeleri birileri uydurmuş ve biz de tekrar ediyor değiliz. Bu ifadeler, hiçbir itiraza yer vermeyecek netlikte Risalelerde geçiyor. Yukarıda bunun örneklerini vermiştik.
Şahsı manevi ifadesine neden itiraz edildiğini anlamak çok zor. Eski asırlarda olsaydı bu itiraza bir anlam verilebilirdi. Asrımızdaki parlamentoları, tüzel kişilikleri olan kurumları, şirketleri, sonu “izm”le biten fikir akımlarını görenlerin itirazını anlamak gerçekten çok zor.
Öyle anlaşılıyor ki, bu itirazı yapanlar şahsı manevi kavramının ne anlama geldiğini tam bilmiyorlar. Bilmedikleri,“Soyut bir şey mehdi mi olurmuş?” demelerinden anlaşılıyor. Bir kere, şahsı manevi kavramı her isim ve kavram gibi kendisi soyut olsa da, soyut bir şeyi ifade etmiyor. Mesela “ordu” bir şahsı manevidir. Ordu kelimesi soyuttur, ama temsil ettiği mana olan askerler ve silahlar soyut değildir. Meclis bir şahsı manevidir, komünizm bir şahsı manevidir, ateizm bir şahsı manevidir.
Ancak, ordu askerlerden oluşur, hayallerden oluşmuyor. Meclis vekillerden oluşur. Komünizm, bu düşünceyi benimseyen insanlardan oluşur. Nitekim Lenin öldükten sonra komünizm en parlak dönemini yaşamıştır. Bütün bunları gördükten sonra, bir şahsın rehberliğinde temelleri atılan “mehdiyet misyonuna” neden bir cemaatten oluşan bir tüzel kişi, yani şahsı manevi olmasın ve şahsı manevi denilmesin?
Asrımız bize göstermiştir ki, bir çok şirketin marka olan ismini herkes, hatta çocuklar da bildiği halde, şirketin kurucusunu ve patronunu kimse tanımıyor ve bilmiyor.
Mehdiyet bir markadır, bir müessesedir. Onun da bir kurucusu  ve mümessili vardır. Ama asrın fıtratı gereği, kendisini arka plana iterek, tüzel kişilik olan müessesenin ismini öne çıkarmıştır.
Hem yine asrımızın bir gerçeğidir ki, Bir müessese bazen bir kişi veya birkaç kişi tarafından kurulur, tüzüğü, yönetmeliği hazırlanır ve müessese asırlarca işlemeye devam ederek meyvesini verir. Tüzüğünü hazırlayan kişi veya kişiler öldüğü halde, müessese işlemeye  ve kazanmaya devam eder.
Mehdiyet de, bir kişi tarafından, ilahi inayetle, hizmet tarzı, kuralları olan bir nevi tüzüğü hazırlanır ve uygulanmaya başlanır. Bu müessese büyür, gelişir ve asırlarca başarılı bir şekilde devam eder ve edecektir. Tüzüğü hazırlayan zat vefat etse bile kurduğu müessese  devam edecektir. İşte bu müesseseye “mehdiyet” onun temellerini atan kişiye de“mehdi” denebilir.

Dipnotlar:

1. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
2. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz.
3. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup.
4. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
5. a.g.e.
6. Mektubat, On Beşinci Mektup.
7. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup.
8. Şualar, On Dördüncü Şua.
9. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
10. a.g.e.
11. a.g.e.
12. a.g.e.
13. Kastamonu Lahikası.
14. Mektubat, On Beşinci Mektup.
15. Kastamonu Lahikası.
16. a.g.e.
17. Sikkei Tasdiki Gaybi.
18. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
19. Emirdağ Lahikası I.
20. Kastamonu Lahikası.
21. Emirdağ Lahikası I.
22. a.g.e.
23. Kastamonu Lahikası.
24. Emirdağ Lahikası I.
25. Sikkei Tasdiki Gaybi.
26. a.g.e
27. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz.
28. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
29. Emirdağ Lahikası I.
30. Sikkei Tasdiki Gaybi.
31. Emirdağ Lahikası I.
32. Kastamonu Lahikası.
Makale Yazarı: 
Ferhat Aslan


İslam Alimleri ve Mehdi

Mevlana Celalettin Rumi ise bundan şöyle bahseder:
Her devirde peygamber yerine bir veli vardır;
Bu sınama Kıyamete kadar daimidir.
Kim de iyi huy varsa kurtulmuştur.
Kimin kalbi sırçadansa kurtulmuştur.
İşte diri ve faal imam, o velidir;
İster Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan
Ey yol arayan, Mehdi de odur, hadi de.
Hem gizlidir, hem senin karşında oturmakta. (s. 154)





Fazileti